Mış gibi yaşamak; aklıma gelmedi değil durduğu yeri bilmeliydi insan, cahilin sözünün sohbeti olmaz derdi babam… Derin düşüncelere dalmış koltukta gözüm her an kapıdan birisi gelecekmiş kapıya dalıyor gidiyor. Bunca yoksulluk, yoksunluk varken; bilerek peteği açmadım halden anlayayım, anlamışta değilim anlamazda değilim aslında…
Sabahın erken saatinden bozuk paralarla bir simit bir bardak çay içip işe gidenler kabullenmişti bir kere bu hayatı… Yaşanacaksa yaşanacaktı. İnsanın içinde düğümlenen sözler, yutkunulan acılar, sabrı çekirdeğini filiz oluşturmuştu aslında… Sabahın soğuğu düşündürmüştü insanı başka ne zaman düşündürdü ki, çay ocağından tir tir titreyen adam çayını yudumlarken bir yandan da cebinden bir şey alacakmış gibi cebini yokladı. Eli bir türlü varmadı ama sonra nedense cebindeki tütün tabakasını çıkardı. İçinden bir tane aldı kibritiyle yaktı. Beyaz bıyıklar sararmıştı belli ki uzun süredir içiyordu. Öyle derin bir oh çekti belli birikmişti birşeyler… Sadece o muydu aceleyle bir simit alan gidenler de vardı çay ocağından… Belli ki aceleleri vardı. Yetişmeliydiler, hizmet etmeliydiler bu düzene. Çalışmalıydılar hatta hiç pahasına… Tabi ki çalışmak özgür kılar zinde tutar ama ya yok pahasındaysa… Tutunmalıydılar, ayakta kalmalıydılar. Dışarda ne kadar sefillik varsa çayın bile ısıtamadığı bedenleri varsa içlerinde de o kadar umut o kadar yürekleri kıpır kıpırdı ve onları görüp gözetleyen bir yaradanları vardı. Kalplerine ışık doğmuştu. Ya bu da olmasaydı. Nasıl devam edebilirdi ki bu yaşam…
Mahallelere tütüncüler açılmıştı. Nerdeyse her sokağa açılacaktı. Eli bir türlü varmıyordu almaya ama almalıydı.
Her içine çektiğinde bir coşku bir derdi diniyordu sanki… Sevinç abidesiydi sanki… Toplum olarak cesaretleri kırılmıştı. Gücü kesilmişti. Yüce yaradanın içimize işlediği derin sevgi de olmasaydı, yaşanırmıydı bunca yoksulluk varken…
Şehir meydanından parktan her geçerken atanın heykeline bakardı, dalardı. Gözleri saygı duruşuna geçerdi. Bize bıraktığı güzel emaneti düşünüp yaşadığı her zorluğa rağmen başını dik tutması gerektiğini düşünürdü. Düşünürdü ki bu günler geçecek, bu günler yaşanacak. İçinde ki ülküyü inancı ile varlık göstermeye çalışacaktı. Dayanma gücü, dayanma sebebi olmalıydı. Başka acıları başka yaşamları… Genel durumumuzu düşününce kendi derdini, acısını unutuyordu. Çoğu kez zaten düşünmeye de çok fazla zamanı yoktu. Çalışmalıydı, üretmeliydi.
Sistem onun düşünmesine izin vermiyordu. Müdahale ediyordu. Zincirlerle bağlamıştı kendisine sistem… Hiçbir yere gidemez, hiçbir şey yapamazdı. Akşam eve gelince, iki saat uzanınca zihni yerine geliyordu, düşünüyordu. İnsanlara yaşama karşı düşünüyordu. Haksızlıkları, yarımkalmış hayatları, adaletsizlikleri… Aslında sabah kalkınca ve akşam eve gidince bir saat bile düşünmesi, muhakeme yapması, yaşadığını, hayatta varlık gösterdiğini bilmek onu o kadar mutlu ediyordu ki… Ama sonrasında aklına işsiz zor durumda olan arkadaşları geliyordu. Hangi birisine yanacaktı ki… Gücü yetmiyordu ama yine de güçlü olmalıydı. Çok çalışmalıydı. Çok okumalıydı. İnsanları anlamalıydı. Onların dertleriyle dertlenmeliydi. Biliyordu haksızlık, adaletsizlik, işsizlik hep vardı. Bu düzene dur denilmeliydi ya da değişmeliydi. Güneşli günler gelmeliydi. Güzel günler göreceğiz çocuklar güneşli günler… Mış gibi yaşamlarımız vesselam…